[color=]Zaman Kavramı Neye Göre Belirlenir? Sosyal Yapılar, Eşitsizlikler ve İnsan Deneyimi Üzerine Derin Bir Tartışma[/color]
Zaman… Herkesin aynı şekilde deneyimlediğini sandığımız ama aslında kim olduğumuza, nerede yaşadığımıza, hangi sınıfa, cinsiyete ya da ırka ait olduğumuza göre bambaşka anlamlar kazanan bir kavram. Günün kaç saat sürdüğünü bilmek, takvimde hangi ayda olduğumuzu görmek kolay; fakat “zamanın nasıl aktığını hissetmek” tamamen toplumsal bir olgu. Bunu fark ettiğimde bir akşam metrobüste işe gidiş-dönüş trafiğinde geçen saatlerime baktım; aynı sürede bir başkası kahve eşliğinde kitap okuyordu. O an anladım ki zaman, sadece fiziksel değil, sosyoekonomik bir ayrıcalıktır.
[color=]Zamanın Toplumsal İnşası: Takvimden Daha Fazlası[/color]
Sosyolog Norbert Elias’ın “Zamanın Uygarlık Süreci” adlı çalışmasında belirttiği gibi, zaman bir “insan icadı”dır; düzeni ve denetimi sağlamak için yaratılmıştır. Tarım toplumlarında güneşin doğuşu ve batışı üretim zamanını belirlerken, sanayi devrimiyle birlikte zamanın ölçülmesi fabrikaların çarklarına göre şekillendi. Bu dönüşüm, özellikle işçi sınıfını derinden etkiledi.
Bugün “dokuzdan beşe” çalışan biriyle, gündelik işlerde saatlik ücretle çalışan birinin zamanı aynı değildir. İlki zamanı “programlar”, ikincisi ise “satar”. Böylece zaman, sadece bir ölçü değil, bir güç ilişkisine dönüşür. Karl Marx’ın emek-zaman ilişkisini çözümlediği noktada vurguladığı gibi, zaman sermaye düzeninde bir üretim aracıdır. Kim zamanı kontrol ederse, hayatı da o yönlendirir.
[color=]Cinsiyetin Zamanı: Görünmeyen Emeğin Saatleri[/color]
Toplumsal cinsiyet, zamanın en derin şekilde farklılaştığı alanlardan biridir. Kadınların zamanı, genellikle görünmeyen emekle doludur: çocuk bakımı, yaşlı bakımı, ev işleri, duygusal iş yükü... Birçok araştırma, kadınların erkeklere oranla günde ortalama 4-5 saat daha fazla ücretsiz iş yaptığını gösteriyor (OECD Gender Data, 2023). Yani kadınlar için “boş zaman” bile çoğu zaman başkaları için geçirilen zamandır.
Bu durum, kadınların zaman algısını hem duygusal hem yapısal olarak şekillendirir. Bir kadın için zaman, sürekli “yetişme” halidir; kendine ayırdığı birkaç dakika bile suçlulukla karışık bir lükse dönüşür. Buna karşın erkekler, toplumsal olarak “üretken” görülen işleriyle zamanı ölçerler. Erkeklik, çoğu zaman zamanın verimli kullanılmasına dayalı bir statü göstergesi haline gelir. Ancak bu, erkeklerin de duygusal yönden zamanla temasını zayıflatır. Onlar zamanı bir “araç” olarak yaşarken, kadınlar onu bir “yük” gibi taşır.
Bu noktada empatik bir denge kurmak önemlidir. Kadınların zaman üzerindeki görünmez baskısı kadar, erkeklerin “her an güçlü ve aktif olma” zorunluluğu da ayrı bir kısıtlamadır. Her iki cinsiyet de farklı biçimlerde aynı toplumsal sistemin zaman rejimine maruz kalır.
[color=]Irk ve Zaman: Kimin Gecikmesine Tahammül Edilir?[/color]
Irk, zamanla ilgili en az fark edilen ama en derin etkilerden birini yaratır. Postkolonyal düşünürler, özellikle Frantz Fanon ve Achille Mbembe, sömürge dönemlerinde “zamanın ırksallaştırıldığını” vurgular. Avrupalı kolonyal güçler, kendi zamanlarını “modernlik” olarak tanımlarken, sömürgeleştirdikleri halkların zamanını “gerilik” olarak etiketlediler. Böylece siyahların ve yerli halkların zamanı, sürekli “gecikmişlik” ya da “geri kalmışlık” üzerinden okunmaya başlandı.
Bugün bile bu kalıp sürüyor: bir Afrikalı ülke ekonomik olarak geliştiğinde “nihayet çağımıza yetişti” deniyor; sanki zamanın merkezinde Batı varmış gibi. Aynı durum bireysel düzeyde de gözlemleniyor. Örneğin beyaz olmayan göçmenler, “başarılı olma” zamanlaması üzerinden sürekli bir acele içinde yaşar. Onlar için zaman, bekleme salonlarında, vize kuyruklarında, düşük ücretli işlerde tükenen bir süreçtir.
Bu noktada “kim zamanı kaybediyor?” sorusu, ırksal eşitsizlikleri anlamak için hayati bir sorudur.
[color=]Sınıf ve Zaman: Kimin Boş Zamanı Var?[/color]
Zamanın ekonomik boyutu, sınıfsal farkları en çıplak biçimde gösterir. Üst sınıflar zamanı “yatırım” olarak görür; orta sınıflar “planlar”; alt sınıflar ise “tüketir.” Bu fark, yaşam temposunu, sağlık durumunu ve hatta yaşam süresini belirler.
Pierre Bourdieu, sınıfın zamanı “tat alma biçimi”ne bile yansıttığını söyler. Örneğin, bir beyaz yakalı hafta sonu doğa yürüyüşü yaparken “kendine zaman ayırdığını” düşünür, oysa asgari ücretli bir işçi için hafta sonu dinlenmek bile lüks sayılır. Dolayısıyla zaman, sosyoekonomik statüyle doğrudan bağlantılıdır: kimileri zamanı satın alır, kimileri ona köle olur.
Bu durum özellikle pandemi sürecinde belirginleşti. Uzaktan çalışanlar zaman esnekliği kazanırken, sağlık ve hizmet sektöründeki emekçiler için zaman daha da sıkıştı. Aynı kriz içinde bile zaman, sınıfsal olarak farklı yaşandı.
[color=]Çeşitlilik ve Deneyim: Cinsiyet, Irk, Sınıf Birlikte Nasıl Zaman Yaratır?[/color]
Zamanın toplumsal inşasında bu üç faktör —cinsiyet, ırk, sınıf— birbirinden bağımsız değil, iç içe geçmiş halde işler. Bir siyah kadın emekçi, örneğin, hem cinsiyetinden hem ırkından hem sınıf konumundan dolayı zamanı üç kat baskı altında yaşar. Bu “kesişimsellik” kavramını Kimberlé Crenshaw ortaya koymuştur ve zaman deneyimini anlamak için hayati bir perspektiftir.
Bu kesişimsel bakış açısı, farklı deneyimleri yargılamadan anlamamızı sağlar. Çünkü bir erkek stratejik çözümler önerebilir; örneğin iş yerinde zaman adaleti politikaları savunabilir. Bir kadın ise empatik bir yaklaşımla görünmeyen emeğin değerini hatırlatabilir. Bu iki yaklaşım birlikte olduğunda, zamanın paylaşımı daha adil hale gelir.
[color=]Sonuç: Zaman Adaleti Mümkün mü?[/color]
Zaman, fizikten çok daha fazlasıdır; bir güç, bir ayrıcalık, bir eşitsizlik aracıdır. Fakat aynı zamanda değiştirilebilir bir yapıdır da. Bu nedenle asıl soru şudur: “Zamanı kim belirliyor?” Eğer zamanı ölçen saatleri, planları, iş tanımlarını hep aynı sosyal gruplar yapıyorsa, eşitlikten söz etmek mümkün değildir.
Zamanı yeniden düşünmek, eşitlik mücadelesinin bir parçasıdır. Kadınlar, erkekler, farklı ırk ve sınıflardan insanlar, kendi zaman deneyimlerini görünür kıldıkça yeni bir toplumsal düzenin kapısı aralanabilir.
Peki sizce, zaman kime aittir? Saatin tik takları herkese aynı hızda mı işler, yoksa kimileri için dakikalar daha ağır, kimileri içinse daha hızlı mı geçer? Ve en önemlisi: zamanı adilce paylaşmayı öğrenebilir miyiz?
Zaman… Herkesin aynı şekilde deneyimlediğini sandığımız ama aslında kim olduğumuza, nerede yaşadığımıza, hangi sınıfa, cinsiyete ya da ırka ait olduğumuza göre bambaşka anlamlar kazanan bir kavram. Günün kaç saat sürdüğünü bilmek, takvimde hangi ayda olduğumuzu görmek kolay; fakat “zamanın nasıl aktığını hissetmek” tamamen toplumsal bir olgu. Bunu fark ettiğimde bir akşam metrobüste işe gidiş-dönüş trafiğinde geçen saatlerime baktım; aynı sürede bir başkası kahve eşliğinde kitap okuyordu. O an anladım ki zaman, sadece fiziksel değil, sosyoekonomik bir ayrıcalıktır.
[color=]Zamanın Toplumsal İnşası: Takvimden Daha Fazlası[/color]
Sosyolog Norbert Elias’ın “Zamanın Uygarlık Süreci” adlı çalışmasında belirttiği gibi, zaman bir “insan icadı”dır; düzeni ve denetimi sağlamak için yaratılmıştır. Tarım toplumlarında güneşin doğuşu ve batışı üretim zamanını belirlerken, sanayi devrimiyle birlikte zamanın ölçülmesi fabrikaların çarklarına göre şekillendi. Bu dönüşüm, özellikle işçi sınıfını derinden etkiledi.
Bugün “dokuzdan beşe” çalışan biriyle, gündelik işlerde saatlik ücretle çalışan birinin zamanı aynı değildir. İlki zamanı “programlar”, ikincisi ise “satar”. Böylece zaman, sadece bir ölçü değil, bir güç ilişkisine dönüşür. Karl Marx’ın emek-zaman ilişkisini çözümlediği noktada vurguladığı gibi, zaman sermaye düzeninde bir üretim aracıdır. Kim zamanı kontrol ederse, hayatı da o yönlendirir.
[color=]Cinsiyetin Zamanı: Görünmeyen Emeğin Saatleri[/color]
Toplumsal cinsiyet, zamanın en derin şekilde farklılaştığı alanlardan biridir. Kadınların zamanı, genellikle görünmeyen emekle doludur: çocuk bakımı, yaşlı bakımı, ev işleri, duygusal iş yükü... Birçok araştırma, kadınların erkeklere oranla günde ortalama 4-5 saat daha fazla ücretsiz iş yaptığını gösteriyor (OECD Gender Data, 2023). Yani kadınlar için “boş zaman” bile çoğu zaman başkaları için geçirilen zamandır.
Bu durum, kadınların zaman algısını hem duygusal hem yapısal olarak şekillendirir. Bir kadın için zaman, sürekli “yetişme” halidir; kendine ayırdığı birkaç dakika bile suçlulukla karışık bir lükse dönüşür. Buna karşın erkekler, toplumsal olarak “üretken” görülen işleriyle zamanı ölçerler. Erkeklik, çoğu zaman zamanın verimli kullanılmasına dayalı bir statü göstergesi haline gelir. Ancak bu, erkeklerin de duygusal yönden zamanla temasını zayıflatır. Onlar zamanı bir “araç” olarak yaşarken, kadınlar onu bir “yük” gibi taşır.
Bu noktada empatik bir denge kurmak önemlidir. Kadınların zaman üzerindeki görünmez baskısı kadar, erkeklerin “her an güçlü ve aktif olma” zorunluluğu da ayrı bir kısıtlamadır. Her iki cinsiyet de farklı biçimlerde aynı toplumsal sistemin zaman rejimine maruz kalır.
[color=]Irk ve Zaman: Kimin Gecikmesine Tahammül Edilir?[/color]
Irk, zamanla ilgili en az fark edilen ama en derin etkilerden birini yaratır. Postkolonyal düşünürler, özellikle Frantz Fanon ve Achille Mbembe, sömürge dönemlerinde “zamanın ırksallaştırıldığını” vurgular. Avrupalı kolonyal güçler, kendi zamanlarını “modernlik” olarak tanımlarken, sömürgeleştirdikleri halkların zamanını “gerilik” olarak etiketlediler. Böylece siyahların ve yerli halkların zamanı, sürekli “gecikmişlik” ya da “geri kalmışlık” üzerinden okunmaya başlandı.
Bugün bile bu kalıp sürüyor: bir Afrikalı ülke ekonomik olarak geliştiğinde “nihayet çağımıza yetişti” deniyor; sanki zamanın merkezinde Batı varmış gibi. Aynı durum bireysel düzeyde de gözlemleniyor. Örneğin beyaz olmayan göçmenler, “başarılı olma” zamanlaması üzerinden sürekli bir acele içinde yaşar. Onlar için zaman, bekleme salonlarında, vize kuyruklarında, düşük ücretli işlerde tükenen bir süreçtir.
Bu noktada “kim zamanı kaybediyor?” sorusu, ırksal eşitsizlikleri anlamak için hayati bir sorudur.
[color=]Sınıf ve Zaman: Kimin Boş Zamanı Var?[/color]
Zamanın ekonomik boyutu, sınıfsal farkları en çıplak biçimde gösterir. Üst sınıflar zamanı “yatırım” olarak görür; orta sınıflar “planlar”; alt sınıflar ise “tüketir.” Bu fark, yaşam temposunu, sağlık durumunu ve hatta yaşam süresini belirler.
Pierre Bourdieu, sınıfın zamanı “tat alma biçimi”ne bile yansıttığını söyler. Örneğin, bir beyaz yakalı hafta sonu doğa yürüyüşü yaparken “kendine zaman ayırdığını” düşünür, oysa asgari ücretli bir işçi için hafta sonu dinlenmek bile lüks sayılır. Dolayısıyla zaman, sosyoekonomik statüyle doğrudan bağlantılıdır: kimileri zamanı satın alır, kimileri ona köle olur.
Bu durum özellikle pandemi sürecinde belirginleşti. Uzaktan çalışanlar zaman esnekliği kazanırken, sağlık ve hizmet sektöründeki emekçiler için zaman daha da sıkıştı. Aynı kriz içinde bile zaman, sınıfsal olarak farklı yaşandı.
[color=]Çeşitlilik ve Deneyim: Cinsiyet, Irk, Sınıf Birlikte Nasıl Zaman Yaratır?[/color]
Zamanın toplumsal inşasında bu üç faktör —cinsiyet, ırk, sınıf— birbirinden bağımsız değil, iç içe geçmiş halde işler. Bir siyah kadın emekçi, örneğin, hem cinsiyetinden hem ırkından hem sınıf konumundan dolayı zamanı üç kat baskı altında yaşar. Bu “kesişimsellik” kavramını Kimberlé Crenshaw ortaya koymuştur ve zaman deneyimini anlamak için hayati bir perspektiftir.
Bu kesişimsel bakış açısı, farklı deneyimleri yargılamadan anlamamızı sağlar. Çünkü bir erkek stratejik çözümler önerebilir; örneğin iş yerinde zaman adaleti politikaları savunabilir. Bir kadın ise empatik bir yaklaşımla görünmeyen emeğin değerini hatırlatabilir. Bu iki yaklaşım birlikte olduğunda, zamanın paylaşımı daha adil hale gelir.
[color=]Sonuç: Zaman Adaleti Mümkün mü?[/color]
Zaman, fizikten çok daha fazlasıdır; bir güç, bir ayrıcalık, bir eşitsizlik aracıdır. Fakat aynı zamanda değiştirilebilir bir yapıdır da. Bu nedenle asıl soru şudur: “Zamanı kim belirliyor?” Eğer zamanı ölçen saatleri, planları, iş tanımlarını hep aynı sosyal gruplar yapıyorsa, eşitlikten söz etmek mümkün değildir.
Zamanı yeniden düşünmek, eşitlik mücadelesinin bir parçasıdır. Kadınlar, erkekler, farklı ırk ve sınıflardan insanlar, kendi zaman deneyimlerini görünür kıldıkça yeni bir toplumsal düzenin kapısı aralanabilir.
Peki sizce, zaman kime aittir? Saatin tik takları herkese aynı hızda mı işler, yoksa kimileri için dakikalar daha ağır, kimileri içinse daha hızlı mı geçer? Ve en önemlisi: zamanı adilce paylaşmayı öğrenebilir miyiz?