Fasulye ne kadar su konur ?

Muhtar

Global Mod
Global Mod
Fasulye Tarlasında Bir Gün: Su, Toprak ve İlişkiler

Bir köyde, toprakla iç içe büyümüş iki kardeş vardı: Hüseyin ve Elif. İki farklı bakış açısına sahiptiler ama birbirlerini çok severlerdi. Bugün sizlere, hayatlarını geçirdikleri bu topraklarda yaşadıkları bir günün hikayesini anlatacağım. Öylesine sıradan bir gün gibi görünen bu gün, aslında farklı bakış açıları ve toplumsal normların, basit bir fasulye ekimi meselesi etrafında nasıl şekillendiğini anlatıyor. Hazır mısınız? O zaman hikayemiz başlasın…

Hüseyin ve Elif’in Fasulye Tarlası

Fasulye ekmek, Hüseyin’in her yıl yaptığı işlerdendi. Her sene, zamanı geldiğinde, tarlalarına fasulye tohumları ekip, sabırla büyümelerini beklerdi. Hüseyin, her şeyi bilirdi; hangi toprak türünün daha verimli olacağını, ne kadar su gerektiğini, hangi aralıklarla sulaması gerektiğini. Bu bilgileri, yılların tecrübesiyle öğrenmişti. Ancak bir sabah, sabah kahvaltısını yaparken, ablası Elif’in yanına geldi ve ona bakarak gülümsedi:

“Abla, bu yıl fasulyeleri ekmeye başlamalıyız. Seninle birlikte tarlayı hazırlayalım, değil mi?”

Elif, her zaman olduğu gibi, dikkatli bir şekilde Hüseyin’in önerisini dinledi. Hüseyin, suyu tam olarak ne kadar koyması gerektiğini planlamıştı, her şeyin hesaplı bir şekilde ilerleyeceğini düşünüyordu. Ama Elif, başka bir şey düşündü.

Elif’in Empatik Yaklaşımı

Elif, toprağa her bakışında farklı bir şey görüyordu. Onun gözünde, toprak sadece ekilmesi gereken bir alan değil, aynı zamanda bağ kurması gereken bir yerdi. Fasulyelerin büyümesi için gereken suyu yalnızca sayılarla ölçemeyeceğini biliyordu; toprakla, havayla, mevsimle ve tarlanın ruhuyla da bir denge kurması gerektiğini düşünüyordu. Bu yüzden her yıl, fasulyelerin gelişimini gözlemlemeye, onlara gereken suyu vermek için toprağın durumunu hissetmeye çalışırdı.

Bir gün, Hüseyin suyu belirli bir seviyede bırakırken, Elif tarlanın farklı köşelerinde dolanarak toprağı bir parmakla kontrol etti. Toprağın biraz kuruduğunu fark etti ve Hüseyin’e seslendi: “Hüseyin, suyu biraz daha artırmalıyız. Fasulyeler, kuraklıkta iyi büyüyemezler. Toprak biraz daha nemli olmalı.”

Hüseyin, başını sallayarak Elif’e bakmaya başladı. “Abla, biliyorum. Ama suyu da fazla koyamayız. Aksi takdirde fasulyeler çürür. Her şeyin bir ölçüsü var.”

Elif gülümsedi, “Evet, her şeyin bir ölçüsü var. Ama bazen gözle görmek, kalp ve sezgiyle hissetmek de önemli, Hüseyin. Senin hesapladığın su, belki tarlanın bir kısmı için yeterlidir, ama burada her köşe farklı ve tarlanın ruhu farklı su istiyor.”

Erkeklerin Çözüm Odaklı, Kadınların İlişkisel Yaklaşımı

Hüseyin’in çözüm odaklı yaklaşımı, onun stratejik düşünme biçiminin bir yansımasıydı. Her zaman bir planı vardı, her şeyin ölçülmesi ve hesaplanması gerektiğini düşünüyor, işlerini düzenli bir şekilde yapıyordu. Ona göre, fasulye ekimi ve sulama bir tür matematiksel denklem gibiydi; belirli bir su miktarı, belli bir aralıkla sulama, belli bir toprak türü ve sonunda verimli bir hasat.

Elif’in yaklaşımıysa daha duygusal ve ilişkisel bir boyuttaydı. Her fasulye bitkisini, toprağın bağrındaki bir yaşam parçası olarak görüyordu. Onun için fasulye, sadece bir ürün değil, bir varlık, bir süreçti. Sulama meselesi de tam olarak hesaplamakla ilgili değildi; toprağın sesini duyabilmek, havanın kokusunu hissetmek ve tarlanın neye ihtiyacı olduğunu sezmekti.

Bu, aslında toplumsal cinsiyetle ilgili çok önemli bir meselenin yansımasıydı. Erkeklerin genellikle daha çözüm odaklı ve stratejik bir yaklaşım sergileyerek toplumsal rollerini yerine getirdiği bir dünyada, kadınların ilişkisel bakış açıları, empati ve sezgileriyle farklı bir değer sunuyordu. Elif, toplumun dayattığı cinsiyet rollerine karşı, fazlasıyla kendine özgü ve toprakla kurduğu bağı, toplumsal normlara bir karşı duruş olarak görünüyordu.

Toplumsal Yapılar ve İlişkiler

Fasulye tarlası, sadece iki kardeşin yaşam alanı değil, aynı zamanda toplumun onlara yüklediği görevler ve toplumsal yapıların bir yansımasıydı. Hüseyin, toplumsal olarak erkeğe yüklenen sorumlulukları, üretkenliği ve stratejik düşünmeyi benimsiyordu. Elif ise, toplumsal normlar gereği daha ilişkisel ve empatik bir yaklaşımı benimsemişti, ancak bu da ona tarlada bir güç veriyordu. Tarlayı sadece bir iş değil, bir yaşam alanı, bir ilişki biçimi olarak görüyordu.

Bütünüyle düşündüğümüzde, fasulye ekimi ve su koyma meselesi aslında sadece toprakla ilgili bir konu değildi; aynı zamanda insanların nasıl bir arada yaşadıkları, toplumsal rollerin ve ilişkilerin nasıl şekillendiğiyle ilgiliydi. Elif’in toprakla kurduğu bağ, aslında toplumsal normlar ve eşitsizliklere dair daha derin bir farkındalık yaratıyordu.

Düşünmeye Teşvik Edici Sorular

Hikayenin sonunda, belki de şu soruyu sormak daha anlamlı olacak: Toprakla, suyla ve doğal yaşamla kurduğumuz ilişki, sadece teknik bilgiye dayalı mı olmalı, yoksa duygusal ve empatik bir bağ kurmak mı gerekir? Kadınların empatik yaklaşımı ve erkeklerin çözüm odaklı bakış açıları arasındaki denge, günlük hayatımıza nasıl yansıyor? Kendi yaşamımızda bu tür denemeler yapabiliyor muyuz?

Fasulye ekimi gibi küçük ama anlamlı bir iş, aslında toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf gibi kavramların nasıl bir arada şekillendiğini, insanları nasıl etkilediğini gösteriyor. Bunu düşündüğümüzde, her birimizin toprakla kurduğu bağ da aslında toplumsal yapılarla nasıl iç içe geçtiğini daha iyi anlayabiliriz.